Gökkuşağını Sevmeyen Milletiz

-
Aa
+
a
a
a

İlk defa festivalin afişini gördüğümde, dişimi çektirmekten dönüyordum. Hava griydi, ben de griydim, insanlar zaten griydi...

Oysa festivalin afişi renkliydi ve Beşiktaş’ta Yıldız geçidinin altında gri bir duvarda asılıydı. Dikey renk armonisi ve gökkuşağı tasarımı ile hemen dikkatimi çekti. Biz nedense gökkuşağını pek sevmeyen bir milletiz. Bu yüzden gri havalarda griler giyip dolaşmayı pek normal sayarız. Birileri zamanında çıkıp gökkuşağına “ebemkuşağı” demişler. Ne ebesi? Kimin ebesi? Orası belli değil. Gerçekte gökkuşağının daha büyük anlamları vardır.

Birincisi, gökkuşağı altından geçilerek sonsuz mutluluğa ulaşılacak kapı efsanesinin biricik imgesidir. Biz bunu pek anlamayız. Zira son milli piyango biletini kapmak için “biletçi” dövmek, o kapıya ulaşmak için yapacaklarımızdan daha kolaydır. O olmazsa Çarkıfelek’e çıkıp “Meemmeeedalibeeeyy” diye yalvarmak çok daha kolaydır.

Gökkuşağının ikinci anlamı ise, birbirinden farklı renklerin birleşimidir. Bütün renkler oradadır ve birlikte varolurlar. Hiçbir renk bir diğerinin varlığından rahatsız görünmemektedir. Kendi güzellikleri içerisinde birdirler çünkü.

Biz bunu da çok sevmeyiz. Zira hala Osmanlı’nın tebaacı “hoşgörüsü”nden öteye geçemeyen “birlikte varolmak” diye

çok zengin bir geleneğimiz vardır. Zira bu savı savunanlar hoşgörmeyi bir erdem, hoşgörülmeyi ise bir zayıflık sayarlar. Hal böyle olunca da hep “hoşgören” tarafta olunur. Bir bakarsınız, hoşgörü sadece laftadır. Bir bakarsınız, değil ayrı renkler, aynı renkler bile hoşgören tarafta olmak için birbirini boğazlar.

Üçüncüsü; gökkuşağının “Gay Rights”ın (Eşcinsel Hakları) sembolü oluşudur. Tabii gene bir birliktelik, bir birlikte varolma durumu anlatılmaktadır bu metafor içerisinde.

Eh, biz “milletçek errrrkkek” olduğumuz için bunu da sevmeyiz. Sevenlere de şöyle bir yan gözle bakarız, dudaklarımızı kıvırarak...

Bir afiş bunları düşündürür mü? Eh, benim için bir afiş bunları düşündürürse afiştir!

Bir de !F var. Unutmadan belirtelim. Herhalde IFM’nin baş harfleri. (IMF’nin baş harfleri olacak değil ya!) Belki de F film demek, “!”de İstanbul. Zaten İstanbul’a daha fazla uyacak bir başka işaret “????” olurdu. Ya da IF, İngilizce’deki “if” olabilir mi? Sanatçıların “eğer” i yani, ya da popüler kültürün “Ah! Keşkem, keşkem”i. Ama soruyorum size: Hayatınızda kaç kere “eğer” dediniz? “Eğer” bir umudun temsilcisidir. Bazen de geç anlaşılmış bir hatanın... Bir “eğeriniz” yoksa hayatta, henüz doğmamışsınız demektir.

Bir de baktım ki, İstanbul’a yeni bir festival gelmiş. Hem de bir bağımsız film festivali. Kadrosu pırıl pırıl. Taptaze. Hevesli. “Hit Filmleri” ile (Hit dediysek Yeni Gelinin Aşkı, Başkana başka bir Suikast gibi mainstream değil), "İlk Fimler”, “Gökkuşağı Filmleri” , “Anababalar İçin” gibi kategorilere ayrılmış. Bir de “Nöbetçi Sinema” koymuşlar, bizim gibi film hastaları için. Çoğu gece yarısında.

Bu kriz içerisinde, bu grilik içerisinde, bu festival gerekliydi. Sorunlardan uzaklaşmak için değil ama, tam tersine sorunlara biraz daha yakınlaşmak, kendimize, etrafımızı saran herşeye ve belki de bütün sıkıntıların sebeplerine biraz daha yakından bakmak için gerekliydi böyle bir festival.

Baturalp Bilgili

(YTU Sanat Yüksek Lisans Öğrencisi)